Pazartesi, Nisan 22, 2024

Resident Evil: The Final Chapter (2016) - Paul W. S. Anderson


Bu seriyi baştan sona bir oturup izlemişliğim yok, sadece "Final Chapter"ı bir önceki film olan "Retribution"ın hemen akabinde izledim. Her film başında Alice karakterinin serinin bu noktaya kadar olan kısmını özetlemesi dışında konuya hakimiyetim sıfır olmasının yanı sıra "Biohazard" dışında bir Resident Evil" oyunu oynamışlığım olmaması da göz önüne alınırsa bu filmi hakıyla değerlendirme noktasında ideal bir seçim olmadığım aşikar. Öte yandan Paul W.S.Anderson sinemasına oldum olası ilgi duyan birisi olarak çok da merakla başına oturduğumu söyleyemeyeceğim bu filmi izleyip yorum yapmaktan da kendimi alamadım.


"Retribution" Alice'in Jill Valentine, Leon Kennedy ve Ada Wong ile birlikte Albert Wesker'ın başını çektiği beyaz saray merkezli nihai bir çatışma vaadiyle son bulmuştu. "Final Chapter" tümüyle bunun üzerini çizerek giriş yapıyor hikayesine. Mevzubahis savaş iki film arasında gerçekleşmiş ve post apokaliptik bir şehrin ortasında yalnız başına buluyoruz gene Alice'i. Jill, Leon ve Ada komple araziler burada, en ufak bir bahisleri de geçmiyor, öldüler mi kaldılar mı hiçbirşey öğrenemiyoruz. Bu durum zamanında çokca eleştirilmiş oyunun ve serinin hayranlarınca, hikayeleri manalı bir şekilde sonlandırılmadığı için. Onların yerine bir önceki film çekilirken hamile olduğu için yer alamayan Ali Larter Claire Redfield olarak tekrar arz-ı endam ediyor. "Afterlife"da kardeşi Chris olarak izlediğimiz Wentworth Miller da yer alacakmış ama o vakitler çekilen yeni "Prison Break" sebebiyle iştirak edememiş. Hikayenin bundan sonrası Iain Glen'in karakterinin merkezinde yer aldığı bir kovalamaca hikayesi.


"Final Chapter"ı seri içerisinde ayrıksı kılan en önemli yönü, önceki iki filmde kendisini 3D'nin mesnetsiz albenisine kaptırıp native 3D kameralarla çekim yapmış Anderson'ın burada klasik 2D filmciliğe geri dönmesi. İki filmin görselliği arasında o kadar fark var ki aynı yönetmenin elinden çıktığına inanmak güç. Yönetmenin de verdiği röportajlarda belirttiği üzere, 3D kameralar bir hayli heybetli aletler ve çoğu zaman bir vinç üzerine kurulu olarak çekim yapabiliyorlar ve haliyle bu da çekim imkanlarını kısıtlıyor. Önceki iki film, simetrik görselliğin coştuğu ve yavaş çekimin dibine vurulduğu feci şekilde sıkıcı filmlerdi. Anderson da bunun ayırdına varmış belli ki 180 derece değiştirmiş yönünü. Çoğunluğu gerçek lokasyonlarda, el kamerası ile çekilen "Final Chapter" aynı zamanda öncekilerin yavaş çekimlerine nazire yaparcasına çılgın hızda bir kurguya sahip ("Gamer"ın kurgucusu ile çalışmayı özellikle tercih etmiş Anderson). Netice itibariyle de tozun ve kanın gözümüze girdiği, daha gerçekçi ve insanı daha içine çeken bir filme imza atmayı başarmış.
 

"Final Chapter" sette gerçekleşen birisi ölümle diğeri de ciddi bir yaralanmayla sonuçlanan iki ayrı kazayla da gündeme gelmişti zamanında. Görünüşe bakılırsa istenen görselliğe ulaşmak için settekilerin güvenliği hiçe sayılmış. Anderson'ın ilk kazanın şokuyla filmi bırakma noktasına geldiğine dair haberler çıktıysa da sonrasında kaza yapan dublör kadının Anderson ve yapımcı ortağı Jeremy Bolt ile bir hukuk savaşına girmek durumunda kaldığını düşünce bunun ne derece gerçeği yansıttığından o kadar da emin değilim açıkçası.

 
Bu tatsız ayrıntıyı  ve film içindeki akla ziyan birkaç mantık hatasını göz ardı edebiliğiniz takdirde aksiyonu ve görselliği ile insanı etkilemeyi başaran bir yapım var karşımızda. Iain Glen'in varlığı kesinlikle filmi zenginleştiriyor, yönetmenin öz kızı Ever Anderson da Red Queen olarak iyi gitmiş. Anderson'ın elinden çıkma en iyi Resident Evil" filmi kesinlikle.

Pazartesi, Nisan 15, 2024

End of Days (1999) - Peter Hyams


"Batman&Robin"le kariyerinin en büyük ücretini kazandıktan sonra bir iki yıl ara vermek zorunda kalmıştı Arnie, bir kalp rahatsızlığı geçirmesinden mütevellit. Ara dediğim de stüdyoların rahatsızlığından sonra eskisi gibi aksiyon filmleri çekip çekemeyeceğinden emin olmamasından ileri gelen bir durum. Ancak bu filmle ikna edebilmiş durumunun müsait olduğuna ama zaten kariyeri de bu noktadan sonra bir daha eski haline dönemedi aktörün.

Bu filmden iki yıl önce piyasaya çıkmış "Air Force One"ın senaristi olarak isim yapan, 2000'lerde de  8 sezon sürecek "Castle" dizisini yaratan Andrew W.Marlowe'un elinden çıkma senaryo, karısı ve Renee Olstead tarafından canlandırılan çocuğunu bir ev istilası sonucu kaybetmiş polis dedektifi Jericho Cane'in yeni çalıştığı bir vakanın ucunun şeytanın dünyanın ele geçirmesine varması üzerine kurulu. Peki şeytan bunu nasıl becerecek? Tabii ki eski bir kehanette öngörülen bir vakitte doğmuş ve filmin zaman diliminde 20'lerinde
olan genç bir Robin Tunney'yi becererek becerecek! Yani böyle birşey yazdınız bari bu role "iblis de ağzının tadını biliyormuş" dedirtecek falan birini koyun da ağzımızın suyunu sile sile izleyelim, Robin Tunney nedir yani. Sonuçta metroda albino suretinde zuhur eden bir zebaninin sırıta sırıta "he is gonna fuck you Christine" diye gezindiği
bir film bu, acık konseptinizi benimseyip ona göre hareket edin değil mi... Filmin en büyük problemi bu zati, yönetmen Hyams'ın filme yaklaşım tarzı karanlık bir korku polisiye yapmaya yönelik -hakkaten ürkünç olmayı başardığı yerler de yok değil- ama senaryonun kendisi bunu karşılayacak ağırlıkta değil. Daha rahat ve kendiyle eğlenir tarzda ele alınsa akılda kalıcı bir deneyim olabilirmiş. Arnold da bu rol için çok uyumsuz.Kendine güveni içine sığmayan devasa karakterleri hayata geçirerek nam salmış bir isim olarak depresif bir babayı canlandırmak pek harcı değilmiş, en azından o dönemler. Başlarda Tom Cruise için düşünülen bir projeymiş bu, adam potansiyelini idrak etmiş ki "Manoglia"da rol almayı tercih etmiş (zeka!).

 

"End of Days"in sinema tarihi cihetinden bakıldığında en göze batan tarafı yönetmeni ile starının geçinemediği sayısız filmden biri olması. James Cameron'ın önerisi ile Arnie tarafından yönetmenlik kendisine teslim edilen Hyams, filmlerinde kendi görüntü yönetmenliğini yapmasıyla da biliniyor ve ikili arasında en büyük sürtüşme de bu mevzu başında çıkmış. Hyams'ın tercih ettiği aydınlatma tarzını gereksiz karanlık bulan Arnold'ın yanı sıra filmin kurgucusu da çok uyuz olmuş bu noktada Hyams'a ve bu filmin akabinde bir daha kendisiyle çalışmaya yanaşmamış. Filmin gereksiz derecede fazla kesmelerle dolu bir kurgusu var zati, gerilimi oradan hissedebiliyorsunuz.

 
 
1999 yılı yaklaşan yeni bin yılın kıyameti getireceği yönündeki komplo teorilerinin azıp coştuğu bir dönemdi. Her köşe başında bir kıyamet senaryosu ile karşılaştığımız şu dönemleri düşününce dertsiz göte dert uydurmaktan başka bir şey olmadığı görülüyor ama işte, zamanın ruhu diye de birşey var. Bu hissiyatın bir yansıması olarak sırf o yıl çıkmış şeytanın yeryüzünde zuhur etmesi üzerine kurulu üç ayrı filmden birisi "End of Days". Diğer ikisinden biri olan "Stigmata"da iyi rahibi oynayan Gabriel Byrne burada abaza şeytan rolüyle karşımıza çıkıyor ama buna nazaran orada daha başarılı.